önceliğimiz geleceğimizdir

bu yazı 2004 yılında yazılmıştır, o zamanki bloğun ilk yazısıdır...
mustafa kemal, osmanlı imparatorluğu döneminde sofya ataşemiliteri olarak görevlidir. davetli olduğu carmen’in galasında, zaman zaman durgunlaşarak yapıtı izlemiş ve operanın bitiminde, perdenin en az yirmi kez açılıp kapanmasını, sahneye çiçekler taşınmasını, izleyicinin coşkun alkışlarını, artistlerin sevincini hayranlıkla gözlemlemişti ancak yüzündeki burukluğun farkına varan varna türk milletvekili şakir zümre’ye eğilip şunları söylemekten de geri durmamıştır: “balkan savaşı’nda yenik düşmemizin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. ben bulgarları çiftçi halk olarak biliyordum. oysa adamların operaları bile var… sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi var. hepsi de eğitimli… şu opera binalarına bak!”
kokteyl sonrası mustafa kemal ve şakir zümre splendid palas’a giderlerken yol boyunca hiç konuşmaz mustafa kemal… durgunluğu sürer... ve odalarına çekilirler…aradan daha birkaç dakika bile geçmeden, şakir zümre odasının kapısında mustafa kemal’i görür…“uyku tutmadı, biraz konuşalım diye geldim” der gazi heyecanlı bir görünümle…“ne kadar müthiş bir olaydı...” diye ekler… “çok sesli müzik, çağın gereğidir… bulgarlar bunu başarmış..bizim ülkemizde de operaya kavuşacağımız günleri görebilecek miyiz acaba?”
mustafa kemal atatürk ülkesinde temsil izlerken
evet, çok sesli müzik hem çağın gereğidir, hem de toplumu tek seslilikten kurtarır… sadece tek sesli müzik dinleyen toplumlar, tek bir sese alışırlar ve ona boyun eğerler... çok sesliliğe ve farklı seslere tahammül edemezler, ayak uyduramazlar... insan, alışık olduğunu  güvenli liman olarak kabul eder ve onun ötesine adım atmak istemez... ötesine geçemediğini de reddeder... çok sesli müzik tehlikelidir...

geleceğimizi önceliklerimiz belirler… bugünkü önceliğimiz ne ise gelecekte de o oluruz… en kötüsü ise hiç bir önceliğin olmamasıdır… edebiyat, sanat ve bilimi önceliği olarak kabul edemeyen toplumlar, sadece “seyirci” olarak kalırlar… önceliğini iyi belirleyen toplumlar ise sahnededirler...
çanakkale savaşları’nın sürdüğü günlerde macit ayral çanakkale’de asker olarak bulunmaktadır. savaş derince kazılmış çukurlarda sürerken macit ayral sıtmaya yakalanır. sıtma nöbetinin gelmediği zamanlarda güzel yazı örnekleri hazırlamakta ve bunları da moral olsun diye siperlerin duvarlarına asmaktadır üstat… mustafa kemal bir gün siperleri gezerken bu güzel yazı örneklerini görür ve “bunları yazan kimdir?” diye sorar. macit ayral bir adım öne çıkarak “ben…” der. mustafa kemal hemen yanındakilere dönerek aynen şöyle söyler: “bunların hepsi de sanat eseri… ülkeler böyle sanatçıları kolay yetiştiremez… böyle bir sanatçının burada ne işi var? kendisini yarın terhis edip memleketine göndereceksiniz…o eller silah değil kalem tutarsa daha yararlı olur ülkemiz için…”
mustafa kemal, 1 kişinin bile çok önemli olduğu çanakkale savaşlarında dahi macit ayral hakkındaki önceliğini savaş değil, sanat yönünde kullanmıştır! çünkü o anda bile mustafa kemal savaş sonrası türkiyesini kafasında kurmuştur, hayal etmiştir… o hayal olmasaydı büyük ihtimalle çanakkale geçilirdi…

ister kişisel olsun, isterse ülkesel kalkınma yada toplumsal gelişme; önceliklerimiz ve hayallerimiz geleceğimizi belirler… hem de kesin ve net biçimde, hiç bir esneklik olmadan...

bu iki örnek bile net biçimde göstermektedir ki; "en zor anlarımızda bile" hatta "özellikle hayatın bizi en çok zorladığı anlarda" vazgeçmeden, geleceğimizi şekillendirmek durumundayız... anlık ve günlük basit kazançlarımız "mutlaka" bize çok büyük kayıplar olarak geri döner...

kişisel öncelikler aslında toplumun önceliklerini de şekillendirir… kişisel önceliklerin belirlenmesinde de toplumun öncelikleri çok fazla rol oynar!... önceliklerimizi dilediğimiz şekilde, tamamen kendimize ait özgür irademiz doğrultusunda belirleyebiliriz… öncelikler aslında anlık tercihlerdir... anlık tercihlerimiz de hayatımızın tamamını şekillendirir...

ülkenin önceliklerinin neler olması gerektiğini mustafa kemal henüz ortada ülke yokken hayal etmiş... sonrasında da hayal olmaktan çıkarmış... tanzimat fermanı sonrasında başlayan kıpırdanmalar, cumhuriyetin kurulmasından sonra büyük bir hız kazanarak büyük atılımlara dönüşmüş... benim tüm atılımlar hakkında bir şeyler karalamam çok zor doğal olarak bu blogta ama en azından müzik üzerine biraz yoğunlaşmakta yarar var... yukarıda tanzimat dedim, evet tanzimattan sonra kıpırdanmalar başladı ama aslında kurumsal olarak yapılanma büyük oranda cumhuriyet döneminde gerçekleşiyor... aslında tanzimattan öncesi de var tabii...

konu uzmanı değilim ve zaten burası da blog sonuçta... benim bildiğim ilk çok seslilik teması çok ilginç bir şekilde başlamadan son buluyor... zamanın fransa kralı françoisdir mutlaka, osmanlı imparatoruna bir orkestra göndermiş!... müzisyenleriyle ve enstrümanlarıyla komple... dünya ne güzelmiş o zamanlar:)... osmanlı imparatoru da o zamanlar kanuni sultan süleyman!... anında bütün enstrümanları yaktırtıp, müzisyenleri geri yollamış... ciddi ve samimiyetle söylüyorum, kendi adına en doğrusunu hiç düşünmeden yapmış:)... sebebi de şu; "bu orkestra askerlerimin savaş yeteneklerini ve motivasyonlarını bozar"... böyle düşünmüş... kanuni süleyman gerçekten akıllı adammış!... tabii bozar o orkestra... françois de akıllı adammış ki truva atını hediye olarak yollamış... bu insanlar öyle durup dururken imparator, kral, padişah olmuyorlar... hem zekiler, hem de bilgililer kesinlikle... françois başaramamış ama 3. selim kendi kendine başarmış bu işi ve onunla birlikte girmiş saraya kadar batı müziği... 18. yüzyılda... opera dinlemeye başlamış adam... 1828 yılında da mehterane kapatılıp, mızıka-i humayun kurulmuş... daha sonra da o meşhur donizettimiz bu kurumu yönetmeye başlamış... bize batı müziğini ve çok sesliliği öğretmiş, enstrümanlar getirtmiş... gördünüz mü? böyle yıktılar bizi... abdülmecid ise saraya koskocaman bir tiyatro sahnesi yaptırtmış 1859 yılında... abdülaziz ise klasik batı müziği formunda besteler yapmış!... operetler bestelenmiş onun döneminde... abdülhamid ise ilk çok sesli koroyu kurdurtmuş... 1914 yılında dar-ül bedayi kurulmuş, sonra adı dar-ül elhan olmuş... hem türk müziği hem de batı müziği eğitimleri verilmiş ve anonim eserlerimizin ilk derlemeleri yapılmaya başlanmış...

çok kabaca yazdım bildiğim kadarıyla ilk kıpırdanmaları... istanbul musiki cemiyeti de var o dönmde, fazlası da var ama önemli adımlar bunlar gibi cumhuriyet öncesi dönemde... bu dönem önemli olmakla birlikte, bu adımlar önce saraya yönelik atılmış yani saray dinlemiş müziği... sonrasında da tahminimce belli bir zümreye hitap etmiştir... o kadar... halka yönelik ciddi bir hamle yok, bu önemli... bir diğer önemli nokta ise şu; galiba osmanlı sarayı neden çok geri kalındığını anlamış ve toparlamaya çalışmış ama bu kadar da geç toparlanılmaz ki!... geç gelen akıl akıl mıdır?... neyse...

mustafa kemal ise bu atılımları halkı için yapmış... son demlerini yaşayan bir ülkede bu adımlar nafile çabalardır ama yeni kurulmuş bir cumhuriyette çok isabetli adımlardır... üstelik hedef belli bir zümre değil de halk ise!...

atatürk; 1923 yılında cumhuriyeti, 1924 yılında da musiki muallim mektebini kurar!... 29 ekim 1924 tarihi çok önemli, hem cumhuriyetin ilk yaş günü hem de yurt dışı eğitimin başladığı gün!... atatürk "sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olup dönmenizi bekliyorum" diyerek bir çok seçilmiş kişiyi eğitime yolluyor!... ilk giden isimler de şöyle: ilk giden ekrem zeki ün... diğerleri ise; ulvi cemal erkin, cezmi rıfkı erinçfuat koraynecil kazım akseshasan ferit alnar, ahmed adnan saygun ve halil bedii yönetken...

araya bir ekrem zeki ün eseri sıkıştırayım... 1933 yılı eseri, yunus'un mezarında... flüt: cem birder, piyano: jerfi aji - italyan kültür merkezi konseri... 3 mayıs 2004 tarihinde verilen bir resitalden... harika bir eser... kendini bıkmadan defalarca dinletiyor...



dar-ül elhan adı değiştirilerek, istanbul belediye konservatuvarı kurulmuş ve türk müziği eğitimi verilmesi yasaklanmıştır... 1927 yılında da tüm okullarda tek sesli müzik eğitimi verilmesi yasaklanmış... yanlış anlaşılmasın, türk müziği üzerine de atılan bir çok adım var bu dönemde... sadece halka çok sesli müzik eğitiminin verilmesi planlanmış... bu arada ben de yanlış anlaşılmayayım, tek sesli müzikle filan bir alıp veremediğim yok, o da aynı oranda önemli... müziğin her türlüsü önemli ama müziğin siyasi anlamda kullanımı da çok önemli... bir kaç paragraftır ben müziği değil, çok önemli silah olarak müziği yazıyorum... 1931 yılında opera cemiyeti kuruldu ve 1934 yılında da ilk milli opera eserimiz olan özsoy operası bestelendi... 1938 yılı öncesinde atılan daha bir çok önemli adım var ama ben buraya kadar yazayım... kitap yazmıyoruz burada, blog burası:)...

bunları neden yazdım?... konu havada kalmasın diye... ana hatlarıyla olan biten bu bu konuda... yani atatürk müziğin ne kadar önemli olduğunun çok fazla bilincinde olan bir önder... daha da önemlisi, bir asker!... askerken planlıyor, hayalini kuruyor tüm bunların... ve ben tamamının, ve büyük ihtimalle çok daha fazlasının hayalinin kurulduğunu düşünüyorum mustafa kemal tarafından... hayali kuran asker mustafa kemal, gerçekleştiren ise büyük önder atatürk... sebep ne? öncelikler!... temelleri atılan bir ülkenin öncelikleri... halkının çok sesliliği öğrenmesi ve alışması için...

öncelikler öyle bir mekanizma ki, iyi işlerse sistemli bir toplum olursunuz, işlemezse kısır bir döngü halini alır! oluşan sisteme göre ise kişisel öncelikler belirginleşir… mesela önceliğin sanat yönünde kullanılmaması sonucunda, popüler kültür ön plana çıkmış; star, süperstar ve megastar yada diva olayı patlak vermiştir… kişisel öncelikler de doğal olarak bundan etkilenmiş, çalışıp didinip sanatçı olmak yerine, kısa sürede star olup köşe dönmek öncelikler listesi başına alınmıştır… işte bu sebeple; öncelikleri sağlam türkiye'nin muhsin ertuğrul'u, münir nurettin'i, semiha berksoy'u vardı! bizim ise kendine ultra, mega, süper vs diyen şımarık insanlarımız var

o zamanlar yazdığım yazı böyleymiş... benim önceliğim her zaman gençler olmuştur... öyle olmaya da devam edecek çünkü önceliğimiz ne ise, geleceğimiz de o... yukarıda cumhuriyetimizin ilk eserlerinden birini araya ilave etmiştim, şimdi de dumanı üstünde tüten taze bir eserle bitireyim istedim... çok beğendiğim, takdir ettiğim ama hakkında hiç özel paylaşım yapmadığım, bir kaç paylaşımda adından söz ettiğim genç piyanist ve besteci cem esen'den yine kendini defalarca dinleten cinsten harika bir eser... bir hafta önce tamamladığı free variations op.7 ile bu paylaşımı bitireyim...

2018 yılı kasım ayında tamamlanan bu kompozisyon, sadece cem esen'in değil, aynı zamanda mustafa kemal'in de eseri...

Yorumlar

Popüler Yayınlar

Popüler Yayınlar