müzik doğduğu yerde ölmeliydi!
müzik aslında doğduğu yerde ölebilseydi, bugün insanlık çok daha iyi müzik yapıyor olabilirdi... boş boş otururken, aklıma girdi birden bu saçma düşünce... yazayım bari dedim... ne demek bu doğduğu yerde ölmek?... kaydetmemek demek! başka ne olabilir... o muhteşem tablolar sadece 1 tane değiller mi?... heykeller?... bir tabloyu görebilmek için aslında dünyanın öbür ucundaki bir müzeye yada sanat galerisine gitmeniz gerekmiyor mu? bir heykel için de böyle... sanat eserlerinin tamamı için öyle aslında... müzik haricinde... müzik bize getiriliyor sadece... diğerlerine bizim gitmemiz gerekiyor...
tiyatro, opera, bale ve müzikaller de aslında öyle değil mi?... falanca opera temsilini, falanca mekanda falanca ve pişmanca opera sanatçılarından mesela bu akşam izlediğiniz oyun, dünyada sadece 1 tanedir... o atmosferi solursunuz, bir daha asla o atmosfer hiç yaşanmayabilir... ama ne oluyor? o temsili kaydedip, dvd olarak satıyorlar herkese!... konserleri de... sizin o paha biçilmez atmosferiniz elden ele dolaşıyor!... işte o atmosfer asıl o zaman ölüyor...
bir mekanda, zamanlardan bir zamanda bir müzisyen müzik yapar, yeryüzünde sonsuza dek dolanır durur o sanat eseri... üstelik notaları filan mı kayıp? birileri tamamlayıverir... olur biter... her adımında birilerinin cebi dolar...
yukarıda yazdıklarıma katılmıyor olabilirsiniz... haklı da olabilirsiniz çünkü "tablolar yada heykeller 1'er tane ama onların da kopyaları her yerde... yada dergilerde, kitaplarda ve internette sonuçta" diyebilirsiniz... bunu kabul ederim ama bu durumda da "o nadide plaklarımız, cd lerimiz, kasetlerimiz de birer imitasyondan öteye geçemezler" de derim... birinden birini seçin kendinize göre... aynı kapıya çıkıyoruz her durumda... sonuçta imitasyonun da bilmem kaçıncı imitasyonu olan bir plağa yakın bir zamanda bilmem kaç bin tl verdiyseniz bilemem:)... hele ben şu anda mp3 dinliyorum:)... mp3 ün nasıl bir imitasyon olduğunu tartışmaya gerek var mı?...
şimdi bir de eskilere gidelim... gidebildiğimiz kadar eskilere... sanat yok muydu? yada edebiyat?... hepsi de vardı... önce sanat vardı, sonra insan... kadının biri, mağaranın duvarına o gün yaşadığını çizdi... adamın biri de taşa yazı yazdı... kadının biri de elinin baskısını çıkardı... bunları görmek için, o mağaraya gitmeniz gerekir... pardon gerekmez, ben aşağıya koyuverdim:))... çocuğun biri şarkı söyledi... işte o şarkıyı artık dinlemeniz mümkün değil... gün gelecek, o da mümkün olacak ama şimdi değil... çok var daha işin o kısmına...
elinin altında hazır yazılmış bilgi ve sanat olmayan insan ne yapar sizce? öğrenir, yazar, çizer, çalar, söyler... yani kendi bilgeliğini ortaya koyar... büyük ihtimalle bir zamanlar her insan ayrı bilgeydi, ayrı sanatçıydı... sonra sırasıyla yazı keşfedildi, taşa tablete, kile, papirüse yazdılar, çizdiler... el yazması kitaplar ve notalar çıktı... çok bilgili biri değilim ben, ne zaman ne çıktı bilmem kronolojik olarak... kitabı okuyanlar, okumayanlara anlattılar... bilgeler ve öğrencileri doğdu... öğrenciler öğretmen oldular... seyyahlar vardı... gittikleri her yere bu bilgeliği taşıdılar...
diğer yandan, notalar elden ele yayıldı... bir zamanlar müzik yapıldığı yerde ölürken, müzik yaşamaya başladı... yorumcular eklendi bestecilere... yorumlar katıldı, yeniden bestelemeler eklendi buna... kitaplar basılıp yayıldıkça, müzik de kayıt edilip çoğaltıldıkça; ne sanatçıya gerek kaldı, ne edebiyatçıya ne de bilgelere... her şey hazır sunuldukça, bilgi de sanat da değersizleşti... başlangıçta her insan kendi bilgesiyken, günümüzde bir insan bilgi üretirken, o bilgi bütün insanlara yeter oldu... ilim çinde de olsa gidip almaya gerek kalmadı... ilmi ayağımıza getirdiler... ama hangi ilmi? işlerine yarayanı getirdiler... yanlış da olsa doğru da...
bir zamanlar herkes müzik dinleyemezdi!... mağarada ıslık çalan çocuğu annesi dinlerdi sadece... şimdi kafada canlanamıyor belki ama herkes nasıl müzik dinleyebilir ki?... müzik canlı olarak dinlenirdi ve kimler dinleyebilirdi sizce?... işte o zamanlardan kalmış ve nesilden nesile aktarılmış bir illüzyon... müziği asiller dinler... hangisi olabilir bu? tabii ki adına "klasik" denen müzik!... müzik dinlemek için, aşağıdaki atmosferi yaratmaya sevdalı ne asiller var bugün... bu konuyu da ilk fırsatta derleyip toparlayıp, ayrıca yazacağım...
"kaliteli müziği asiller dinler" algısı bugüne kadar da gelmiş ve geleceğe de gidecek... evet, bir zamanlar asiller dinlerdi müziği... basit halk ne dinlerdi?... tabii ki dinleyebilmek için önce o müziği yapması gerekirdi:))... çaresizliktir dünyayı geliştiren:))... adam müzik dinleyecek ama dinlemek için önce o müziği yapması, çalması ve söylemesi lazım:)... çok komik değil mi? işte halk müziğidir bu... anonim yani... bugün etnik, world vs gibi genre! lerle halka kakalanan halk müziği:)... üstelik kakalarken de suyunun suyunu çıkarıp da kakalıyorlar çünkü halk suyu çıkarılmamış müziği dinleyemez durumda maalesef...
yakın zamanlarda bile, bizim aşıklar köy kahvesinde müzik yaparlardı, köy halkı da dinlerdi... o müzik orada doğar ve ölürdü... sonra halk müziği derleyicileri köy köy dolaşarak o müzikleri bize taşıdılar... anonim oldular... halk müziği dedik... artık ne kadar orjinalseler? bilemem... kimse de bilemez... ben denk geliş bir türkünün orijinal halini dinledim, derlemesiyle alakası yok!...
insanda büyük bir yanılgı var... "eskiyi koruyalım!" "gün yüzüne çıkaralım!"... tamam, gün yüzüne çıkarıp, koruyalım tabii ama yenisini ve daha iyisini neden yapmıyorsun peki?... müzik dehası dendiğinde herkesin aklına taaaaa ne zamanlar yaşamış olan mozart geliyor!... var mı böyle bir şey?... şimdi anladınız mı çöküşü?... hani yoktu?... floransayı yada viyanayı korumak ama yenisini yapamamakla, adına klasik denen müzikle idare edip, yenisini yapamamak aynı şey değil mi?... insanlık mimaride zirveye çıktı... ne zaman? yüzlerce yıl önce:)... insanlık sanatta da zirveye çıktı... ne zaman? yüzlerce yıl önce:)... insanlığın müzik dehaları var... kimler? mozart bach filan:)...
asiller müzik yapanı odalarına çağırmışlar ve dinlemişler... aaa yoksa oda müziği buradan mı çıktı!:)... chamber music:)... şu bizim damatların bohçalarına konurdu mutlaka, damat kendisini matah bir şey sansın diye... robdöşambır:)... damadın görüp göreceği, hiç bir zaman da kullanmayacağı ve ne olduğu hakkında hiç bir fikre sahip olmadığı acayip bir şeydir bu ropdöşamber... yine damadın algılarıyla oynama stratejisidir... adam kendini asiller asili zanneder bunu görünce hiç biri işe yaramayan o çeyiz bohçasında:))... fransızların ev kıyafetini alıp da nerelere koymuşuz... oda elbisesidir aslında bu zımbırtı ve adı da robe de chambre gibi bir şeydir...
o devrin bestecileri çıkarmıştır kesin oda müziğini... düşünsenize, alıp da koskoca senfoni orkestrasını herifin evine taşıyacak değilsiniz ya ordan oraya... kaset yok, plak yok... şunu odaya sığacak şekilde küçültelim de, mantıklı bi şey olsun bari dediler herhalde:)... bir kaç yaylı götürelim çalalım da şu zengin mendeburun sesi kesilsin, hiç çalamadığı piyanosu var nasıl olsa demişlerdir... şimdi de "ay ben oda müziğinden başka müzik dinleyemem ayol" snobluğu çıktı... dinleyemezsin tabii, fakirsin, evin küçük:))... ben evde senfoni orkestrası dinliyorum, çatla:))...
sulanmaya başladı yazı, konuyu bile unuttum sanki, toparlayayım hemen... blog sonuçta burası, okuyun bir şeyler yeter, ne okuduğunuz yada okuyup okumadığınız önemli değil... maksat piyasa dönsün:)))... bu kadar uzun ve karman çorman yazarsan, olacağı bu... hiç bir aklı başında insan bu yazıyı okumaz ki... neyse artık...
yahu ben sallıyorum valla bunları gidip de bir yerlerde anlatmayın:))... oda orkestrası nereden çıkmış filan bilmem ben... sadece acaba böyle mi çıkmış diye fikir yürüttüm ve aklıma başka mantıklı bir sebep de gelmedi... eskiden fakirlerin evlerine duo lar giderlermiş... orta direğe string quartet... siyasetten palazlanmış esnafın evine de piyano quintet gidermiş bir zamanlar... en iyisi çok küçük odalar için bir duo paylaşayım... hayvanlar karnavalının kuğusu çıktı valla karşıma denk geliş... the swan... ariel barnes ve heidi krutzen çalmış... couloir duo... camille saint-saens fakirler için bestelemiş...
bu arada, bu paylaşım bitti...
tiyatro, opera, bale ve müzikaller de aslında öyle değil mi?... falanca opera temsilini, falanca mekanda falanca ve pişmanca opera sanatçılarından mesela bu akşam izlediğiniz oyun, dünyada sadece 1 tanedir... o atmosferi solursunuz, bir daha asla o atmosfer hiç yaşanmayabilir... ama ne oluyor? o temsili kaydedip, dvd olarak satıyorlar herkese!... konserleri de... sizin o paha biçilmez atmosferiniz elden ele dolaşıyor!... işte o atmosfer asıl o zaman ölüyor...
bir mekanda, zamanlardan bir zamanda bir müzisyen müzik yapar, yeryüzünde sonsuza dek dolanır durur o sanat eseri... üstelik notaları filan mı kayıp? birileri tamamlayıverir... olur biter... her adımında birilerinin cebi dolar...
yukarıda yazdıklarıma katılmıyor olabilirsiniz... haklı da olabilirsiniz çünkü "tablolar yada heykeller 1'er tane ama onların da kopyaları her yerde... yada dergilerde, kitaplarda ve internette sonuçta" diyebilirsiniz... bunu kabul ederim ama bu durumda da "o nadide plaklarımız, cd lerimiz, kasetlerimiz de birer imitasyondan öteye geçemezler" de derim... birinden birini seçin kendinize göre... aynı kapıya çıkıyoruz her durumda... sonuçta imitasyonun da bilmem kaçıncı imitasyonu olan bir plağa yakın bir zamanda bilmem kaç bin tl verdiyseniz bilemem:)... hele ben şu anda mp3 dinliyorum:)... mp3 ün nasıl bir imitasyon olduğunu tartışmaya gerek var mı?...
şimdi bir de eskilere gidelim... gidebildiğimiz kadar eskilere... sanat yok muydu? yada edebiyat?... hepsi de vardı... önce sanat vardı, sonra insan... kadının biri, mağaranın duvarına o gün yaşadığını çizdi... adamın biri de taşa yazı yazdı... kadının biri de elinin baskısını çıkardı... bunları görmek için, o mağaraya gitmeniz gerekir... pardon gerekmez, ben aşağıya koyuverdim:))... çocuğun biri şarkı söyledi... işte o şarkıyı artık dinlemeniz mümkün değil... gün gelecek, o da mümkün olacak ama şimdi değil... çok var daha işin o kısmına...
mö 37 bin yıl öncesine ait ilk sanat örnekleri |
diğer yandan, notalar elden ele yayıldı... bir zamanlar müzik yapıldığı yerde ölürken, müzik yaşamaya başladı... yorumcular eklendi bestecilere... yorumlar katıldı, yeniden bestelemeler eklendi buna... kitaplar basılıp yayıldıkça, müzik de kayıt edilip çoğaltıldıkça; ne sanatçıya gerek kaldı, ne edebiyatçıya ne de bilgelere... her şey hazır sunuldukça, bilgi de sanat da değersizleşti... başlangıçta her insan kendi bilgesiyken, günümüzde bir insan bilgi üretirken, o bilgi bütün insanlara yeter oldu... ilim çinde de olsa gidip almaya gerek kalmadı... ilmi ayağımıza getirdiler... ama hangi ilmi? işlerine yarayanı getirdiler... yanlış da olsa doğru da...
bir zamanlar herkes müzik dinleyemezdi!... mağarada ıslık çalan çocuğu annesi dinlerdi sadece... şimdi kafada canlanamıyor belki ama herkes nasıl müzik dinleyebilir ki?... müzik canlı olarak dinlenirdi ve kimler dinleyebilirdi sizce?... işte o zamanlardan kalmış ve nesilden nesile aktarılmış bir illüzyon... müziği asiller dinler... hangisi olabilir bu? tabii ki adına "klasik" denen müzik!... müzik dinlemek için, aşağıdaki atmosferi yaratmaya sevdalı ne asiller var bugün... bu konuyu da ilk fırsatta derleyip toparlayıp, ayrıca yazacağım...
barok dönemde bir konser |
yakın zamanlarda bile, bizim aşıklar köy kahvesinde müzik yaparlardı, köy halkı da dinlerdi... o müzik orada doğar ve ölürdü... sonra halk müziği derleyicileri köy köy dolaşarak o müzikleri bize taşıdılar... anonim oldular... halk müziği dedik... artık ne kadar orjinalseler? bilemem... kimse de bilemez... ben denk geliş bir türkünün orijinal halini dinledim, derlemesiyle alakası yok!...
insanda büyük bir yanılgı var... "eskiyi koruyalım!" "gün yüzüne çıkaralım!"... tamam, gün yüzüne çıkarıp, koruyalım tabii ama yenisini ve daha iyisini neden yapmıyorsun peki?... müzik dehası dendiğinde herkesin aklına taaaaa ne zamanlar yaşamış olan mozart geliyor!... var mı böyle bir şey?... şimdi anladınız mı çöküşü?... hani yoktu?... floransayı yada viyanayı korumak ama yenisini yapamamakla, adına klasik denen müzikle idare edip, yenisini yapamamak aynı şey değil mi?... insanlık mimaride zirveye çıktı... ne zaman? yüzlerce yıl önce:)... insanlık sanatta da zirveye çıktı... ne zaman? yüzlerce yıl önce:)... insanlığın müzik dehaları var... kimler? mozart bach filan:)...
asiller müzik yapanı odalarına çağırmışlar ve dinlemişler... aaa yoksa oda müziği buradan mı çıktı!:)... chamber music:)... şu bizim damatların bohçalarına konurdu mutlaka, damat kendisini matah bir şey sansın diye... robdöşambır:)... damadın görüp göreceği, hiç bir zaman da kullanmayacağı ve ne olduğu hakkında hiç bir fikre sahip olmadığı acayip bir şeydir bu ropdöşamber... yine damadın algılarıyla oynama stratejisidir... adam kendini asiller asili zanneder bunu görünce hiç biri işe yaramayan o çeyiz bohçasında:))... fransızların ev kıyafetini alıp da nerelere koymuşuz... oda elbisesidir aslında bu zımbırtı ve adı da robe de chambre gibi bir şeydir...
o devrin bestecileri çıkarmıştır kesin oda müziğini... düşünsenize, alıp da koskoca senfoni orkestrasını herifin evine taşıyacak değilsiniz ya ordan oraya... kaset yok, plak yok... şunu odaya sığacak şekilde küçültelim de, mantıklı bi şey olsun bari dediler herhalde:)... bir kaç yaylı götürelim çalalım da şu zengin mendeburun sesi kesilsin, hiç çalamadığı piyanosu var nasıl olsa demişlerdir... şimdi de "ay ben oda müziğinden başka müzik dinleyemem ayol" snobluğu çıktı... dinleyemezsin tabii, fakirsin, evin küçük:))... ben evde senfoni orkestrası dinliyorum, çatla:))...
sulanmaya başladı yazı, konuyu bile unuttum sanki, toparlayayım hemen... blog sonuçta burası, okuyun bir şeyler yeter, ne okuduğunuz yada okuyup okumadığınız önemli değil... maksat piyasa dönsün:)))... bu kadar uzun ve karman çorman yazarsan, olacağı bu... hiç bir aklı başında insan bu yazıyı okumaz ki... neyse artık...
yahu ben sallıyorum valla bunları gidip de bir yerlerde anlatmayın:))... oda orkestrası nereden çıkmış filan bilmem ben... sadece acaba böyle mi çıkmış diye fikir yürüttüm ve aklıma başka mantıklı bir sebep de gelmedi... eskiden fakirlerin evlerine duo lar giderlermiş... orta direğe string quartet... siyasetten palazlanmış esnafın evine de piyano quintet gidermiş bir zamanlar... en iyisi çok küçük odalar için bir duo paylaşayım... hayvanlar karnavalının kuğusu çıktı valla karşıma denk geliş... the swan... ariel barnes ve heidi krutzen çalmış... couloir duo... camille saint-saens fakirler için bestelemiş...
bu arada, bu paylaşım bitti...
Yorumlar
Yorum Gönder