bahar ayini
rite of spring/bahar ayini - stravinsky (source:mezzo tv) |
farkındayız yada değiliz, müziğin tam olarak "istediğimiz şekilde" olmasını isteriz... istediğimiz şekilde değilse, beğenimiz düşer... istediğimiz şekilden ne kadar uzaksa, o derece berbat da buluruz... yani bir bakıma hepimiz birer besteciyiz... absolut kulaklı biri ile bile farkımız yok aslında... mesela benim bir çok besteciye, bazen de eğer farklı biri ise düzenleme yapana ve çoğu zaman da eseri yorumlayana kızmışlığım çoktur:))... hem de kimlere kimlere:))... adam koskoca shostakovich olmuş, ama ben adama kızıyorum dinlerken; "bu eserin burası böyle mi olur! ben olsam şöyle yapardım" "bu parça muhteşem ama yahu böyle mi sonlandırılır bu arkadaş, berbat etmiş!" yada "bu harika eserin bu kısmı böyle mi çalınır yahu!" gibisinden... hatta "ben doğaçlasam, şöyle doğaçlardım" ve "öyle davul girişi mi olur!" a kadar...
yahu bi bahane bulamadığım eser, şarkı, parça yada yorum yok neredeyse:))... muhteşem bir parçanın, en can alıcı noktasında beklediğim ihtişamlı ve insanın içinde patlayan bir akustik davul vuruşu yerine konmuş olan, elektronik uyduruk bir davulu ben iğrenç bulurken, bir yakınım "harika" dediği için, kendisinden soğumuş biriyim:))...
doğal olarak, işin bir kısmı "zevk meselesi" olabilir ama önemli kısmı kesinlikle "müziğin nasıl yürümesi, ilerlemesi ve durması gerektiği konusunda kulak aşinalığımızın çok güçlü olması"...
yani bir senfoni yada konçerto nasıl sonlanır? konusu bile bunun açık bir kanıtı... genelde upuzun bir eserin öyle hemen sonlanamayan, kimine göre bitmek bilmeyen bir sonu olur ya! o kulaklarımızın yada beynimizin aşina olduğu ve beklediği ihtişamlı bitişin olmadığını bir düşünün!... dinlediğiniz o harika eser, bir anda erir gider... ben buna müziğin mantık kısmı diyorum.. muhtemelen hatalı kullanıyorum bu mantık kavramını ama başka bir kavram bulamadım... yani mantığın, aklın yada aşinalığın ve belki de algının emrettiği bir hali varsa müziğin, kabul ediyoruz...
derdimi şöyle anlatmaya çalışmışım bir zamanlar: müzikte mantık
yani özetle; her şeyde olduğu gibi, müzikte de bir mantık yada yol, yordam, üslup vs kendi kendine oluşmuş zaman içinde ve biz o mantığı bekliyoruz her zaman... isterse mozart yada bach olsun; kalkıp da beklediğimizin aksine bir mantık yürütmüşse, yandı valla...
o mantık ve beklenti o derece işlemiş ki içimize; mesela eski yıl bitip, yeni yıl başlarken bile strauss arıyor kulaklar... ben hiç bir yeni yıl konserinde nedense oturaklı bir mahler dinlediğimi hatırlamıyorum... işte bu beklenti yada olması istenen!...
iyi de; bir sanat eseri olarak, müzik ille de beklentileri karşılamak zorunda mı?... değil aslında... hatta sanat ille de güzel olmak zorunda değil... bir müzik eseri çok da kötü olabilir... en azından iyi ve güzel olmayabilir... daha doğrusu; bana güzel gelmek zorunda değil...
igor stravinsky |
yukarıdaki resim 1920 yılında picasso tarafından çizilmiş... picassonun resmettiği bir stravinsky paylaşılmadan geçilemez...
müzikteki o kafalara kazınmış mantığın dışına çıktığınızda... tabii ki iyi bir çıkış yaptığınızda!!!... önce madara olursunuz, kurda yem olursunuz, önünüz kesilmeye çalışılır, itilip kakılırsınız... sonra akım başlatmış yada akımın öncülerinden olursunuz... hayatın gerçeklerindendir bu da... eğer hantal kafalar sizi yuhluyorlarsa; bilin ki adınız tarihe altın harflerle yazılacak... ama çoğu zaman ebediyete intikal sonrasında...
tarihin akışı çok önemli bu konuda... mesela bugün hiç de tuhaf gelmeyen hatta bir orkestra eseri olarak büyük bir hayranlıkla dinlediğimiz bahar ayini; çoğumuzun bildiği gibi, pariste ayaklanma çıkarmıştır neredeyse... gerçi bence sorun stravinsky'den kaynaklanmıyordu, balenin koreografisinden kaynaklanıyordu ama bu işin bencesi tabii... belki de müziktendir, bilemem... sonuçta ceza stravinsky'e kesilmiş... o da topu koreograf vaslav nijinskye atmış... "allan manyağı, düzgün yapamamış koreografiyi, millet bana köpürüyor" demiş... nijinsky de stravinskye... suç kimde oynamışlar resmen:)... ya gülmeyin, aynen böyle olmuş...
ben alelade bir dinleyiciyim.. müzik adına ilgimi çeken, dinlediğim yada hiç dinleyemediğim hatta hiç de ilgimi çekmeyen konularda bile "acaba bu konularda işin ilgilileri ne düşünüyorlardır?" diye aklıma takılır sürekli... manyak mıyım? neyim... var böyle saçma sapanlıklarım... bir usta için nedir ki bahar ayini diye düşünürken ve sağı solu kurcalarken, hiç beklemiyordum böyle bir şey bulacağımı ama buldum!.. hem de en ustalardan bir ustanın düşünceleri... okuyun mutlaka...
stravinsky’nin bahar ayini üzerine düşünceler... süher pekinel...
aslında ortada suç filan da yok... varsa suç, seyircide... yahu arkadaş; hiç kimse senin arzu ettiğini yapmak zorunda değil ki... ama öyle değil işte!... bir bakıma yapmak zorunda gibi... müziğin, sanatın gücü de burada işte... çoğu yazıda biraz da abartılı ifadeler kullanılmış... neredeyse halk ayaklanmış, az kalsın benzin dökülüp, paris yakılacakmış gibi ifadeler var ama o kadar da değildir muhtemelen...
ne olmuş peki?... anladığım kadarıyla; gösteri başlayınca, "bu ne lan! dalga mı geçiyorsunuz bizimle! aylarca reklamlarıyla kafamızı şişirdiniz, böyle bale mi olur! başlatmayın stravinskynizden mıtravinskinizden şimdi, tonla para verdik, saatlerce donduk bilet kuyruğunda sabahın köründe!" gibisinden arıza çıkarmış seyirci... biraz türk versiyonu oldu ama ben türküm sonuçta, ne bileyim 1913 ün parisienne köpürme tarzını... daha çok kadınlar olay çıkardı diyorlar çünkü... yaşlı bir kadının bastonunu fırlatıp küfrettiği resmen bir akademik makalede yazıyor:)...
tabii, aynen bugünkü gibi, "aaaaa! anlamıyorsanız sanattan müzikten, ne işiniz var bu gösteride ayol, ay bu cahil cühela kesim de kirletmeye başladı azizim her yeri" gibisinden çıkışlar da olmuş... ve önce, çok bilenlerle cühela kesim girmiş birbirine... yıllar önce bu olayın fotoroman gibi çizimli hikayesini bile okumuştum, seyirci çukura inip, müzisyenleri de hırpalamıştı orada... hırsını alamayan seyirci, sokağa inmiş, polis müdahale etmiş vs vs vs... polis biber gazıyla dağıtmasaymış, paris bile düşecekmiş... düşünsenize, daha birinci dünya savaşı başlamamış, hemen öncesinde paris düşüyor kendi kendine!... kim düşürmüş parisi?... ayinden gıcık kapan cahil sürüsü:)... savaştan önce kendi kendine alev alan paris:))... hay allahım ya...
neyse ben araya harika bir versiyonunu sıkıştırayım, pek bi keyifle dinlerim... 1970 yılından... takeshi inomata nasıl yaptıysa yapmış, the rite of spring'i böyle de yapmış...
yahu insanlar bilmiyorlar ki eseri... çıkmış gelmiş herkes afişleri görünce... ne bilsinler stravinsky'nin bahar ayininde paganik bir kurban edilmeyi anlattığını... le sacre du printemps lafını gören insancıklar, vızıldayan arılar, açan çiçekler ve uçuşan kelebekler arasında sevişen aşıklar beklemişler tahminimce... yani hala daha romantizm peşinde onlar sonuçta ama stravinsky romantizmi çoktan aşmış... adam uçmuş gitmiş... yani bir 21. yüzyıl cahili olarak ben öyle şeyler beklerdim bahar ayininden... bahar yazıyor sonuçta orada... yazmasaymış bahar mahar... tıpkı viyanadaki yeni yıl konserinden pırıl pırıl, ışıl ışıl valsler beklendiğim gibi... ama köprünün altından çok sular akmış artık... insan yeni yıl ayini deyip, kalkıp da noel babayı keser mi?...
işte aynen böyle mantık denen şey... cahili filan yok bu işin... bu işin mantığı var sadece... her şeyde "aklın yolu birdir" mantığı işler zannederiz ama sanatta işlemez o... daha doğrusu işliyor fazlasıyla, hatta neredeyse tamamen işliyor ama normal olan, işlememesi...
Igor Stravinsky, Nicholas Roerich and Vaslav Nijinsky, as reconstructed by Hodson and Archer and performed by the Joffrey Ballet in 1987.
bahar ayininin 29 mayıs 1913 tarihindeki ilk temsilinde yaşanan olaylar, coco chanel ve igor stravinsky filminde anlatılıyor ama film sonuçta... filmleri belgesel kabul edenler, bugün salieri'yi bulsalar, parçasını bırakmayacaklar... bu filmi izleyen de; stravinsky'yi channel'in yarattığını, hatta besleyip büyüttüğünü ve channel olmasa, stravinsky'nin hiç bir şey yapamayacağını zanneder... çünkü mantık öyle emrediyor... film öyle diyor ya! kesin senarist her şeyi inceleyip, araştırıp, öyle yazmıştır senaryoyu... daha doğrusu, zaten önce romanı yazılmış bu kısa ama etkili aşk hikayesinin, onu da öğrenmiş oldum bu arada... bu film ve hikayesini elle güzel yazmış, bi göz atın derim...
şu da mantığın bir parçasıdır: tamam, stravinsky muhteşem... baba adam... ama karşısındaki channel olduğu anda, ipler onun elindedir... tıpkı mozartın karşısında salierinin hiç bir şansının olmaması gibi... sinema endüstrisinin de var bir mantığı ve sanayinin tek mantığı vardır: para... neyse işte konu bu değil...
fazıl say, bu eserin 4 el piyano için yapılmış olan düzenlemesini albüm olarak çıkarmıştı... her iki partisyonu da kendisinin seslendirmiş olmasına çok tepki gelmişti o zamanlar... konserlerinde de tek başına seslendiriyordu özel piyanosu ile... galiba bösendorfer idi... midi piyano... fazıl say'ın bu tek başına 4 el canlı seslendirmesi olayı, çok ciddi bir yenilikti, çok olumsuz eleştiri okudum ama bildiğim kadarıyla bir çok ödül de getirmişti bu çalışması... bahar ayinine yakışır bir yenilik bence... konuyla alakası yok pek ama hatırlamışken, araya sıkıştırayım istedim... bilmeyen vardır belki, 20 yıl olmuştur...
rus paganlarının ayinlerinden esinlenilen bu bale eserinde ilk bölümde; bilge bir kadın, genç erkeklere doğanın gizemlerini anlatıyor ve genç erkeklere sonrasında genç kızlar da katılıyor... sakin sakin dans etmeye başlıyorlar birlikte ancak iş giderek gerilime dönüşüyor ve sahne erkek egemen bir topluma dönüşüyor sonrasında... ikinci perdede ise; yaşlı pagan bilgelerce kurban olarak seçilen genç kız, ölünceye kadar dans ediyor... stravinsky; ateş kuşunu bestelediği dönemde, ateş kuşunun açıklamaları arasına şu ifadeyi yazmış: "yaşlı bilgeler, bir çember şeklinde oturup; tanrılara kurban olarak seçilen genç kızın ölüm dansını izlerler"...
şimdi bir yerde okudum, onu da ilave edeyim eserle ilgili olarak... genç kızın kurban edilmesiyle birlikte biten eserin son dört notasının re, mi, la ve re olduğu ifade ediliyor... doğru mu acaba diye bi kontrol edeyim dedim, yahu notalara ulaşmak ne kadar zormuş! ben de zannediyorum, her yerde uçuşuyor bu notalar:)... doğrudur mutlaka... değilse de değildir napalım... ölüm yok ya ucunda... ama eserin sonunda var ölüm... re mi la re nin karşılığı d-e-a-d oluyor... tabii şimdi akıl edebildim, hangi enstrümanın notaları? onu bilmiyorum ki... bilsem ne olacak? sanki anlayacağım... neyse...
dönelim yine o geceye... bir eser neden bu kadar ciddi bir tepki çekebilir?... o dönemi biraz inceleyince, paris'in aslında tam bir merkez konumunda olduğu ortada üstelik... yani müziğin merkezi... alışık olması lazım parisin bu esere çünkü stravinsky de bildiğim kadarıyla müziği seyrinden çıkaran ilk kişi değil... bahar ayini yıllar sonra yine sahnelerde ama herhangi bir tepki yok!... tabii arada iki tane manyak savaş var!... işte bu nokta çok önemli... berbat bir dönem sonrasında izlendiğinde hiç de kötü gelmemiş insanlara... muhtemelen iyi de gelmemiş... daha da muhtemelen, insanların umurlarında değildi ayinmiş, baharmış, stravinskymiş, baleymiş... vs vs vs...
bu bahar ayini elektro gitarla harika gider ama kim uğraşacak derken, bir bakayım dedim, yapan çıkmış ve bence çok harika olmuş... helal olsun... tamamı hem de tüm bölümleriyle ve orijinale sadık kalınarak (galiba öyle gibi)... joe parrish zihniyetiyle bu sefer de... jethro tull'ın güncel gitarcısıdır, yabana atmayın sakın... aşağıdaki videodan kanalına gidip, inceleyin mutlaka derim aşağıdaki çalışmayı beğendiyseniz... yoksa gitmeyin...
https://joeparrish.bandcamp.com/album/the-rite-of-spring
özetle; müzikte gelenekleri yıkmak kolay değil... daha doğrusu gelenek değil de, alışılmışları... beklentiler gereğinden çok fazla önemli müzikte... döneminin en ünlüsü, en dahisi bir stravinsky, kendisinden otomatik olarak beklenenin çok dışında bir eser ortaya koyunca her şey berbat olmuş... ben eminim ki, stravinsky bu eseri "bilerek ve isteyerek" geleneksel kurallardan ve prensiplerden kurtarmış ve kalkıp bunu bir de pariste yapmış... yani tabii ki besteci her şeyi bilerek yapar, salak mı bu bilmeden yapsın... bilerek dediğim şu: "şunların bi tepelerine edeyim bakalım ne olacak" demiş bence... valla müzik ciddi iş... beklediğini bulamayan müziksever, her şeyi yapar... fanatizm sadece futbolda yok...
bir de şu var tabii... bu işlerden çok iyi anlayanlar var!... cahillerden farkları bu... anladıkları şey ellerinden alınıp da, anlayamadıkları şey önlerine konunca, cahillerden farkları kalmıyor... oyuncağı elinden alınmış bebekler gibi kalıyorlar öyle... buna da devrim diyoruz biz... asıl kızılan, kabullenilemeyen bu da olabilir... "iyiydik arkadaş böyle yahu, başımıza yeni şeyler çıkarmayın, keyfimize bakalım" mantığı...
o gün de böyle idi, bugün de böyle... değişen hiç bir şey yok... şu yukarıdaki paragrafı yazmak için yaptım bu paylaşımı:)...
Yorumlar
Yorum Gönder